Bir Ada Hikayesi...
Türkiye Süper ligi...English Premier League...Bu iki lig
isminden birisi alelade bir birinci ligi anlatırken öteki ligin harika
olduğundan dem vuruyor. Acaba bu kümelerden hangisi daha süper. Demek ki
etiketlerle pratikler her zaman uyuşmuyor. Sevmediğim bir laf şu sıralar; ama
buraya da oturuyor, ne yaparsın; “ben lafa değil, icraata bakarım”. Ne zaman
bir lig değerlendirmesi yapsam böylece moralim bozuluyor. Her neyse, bu yazıyı
okuyanları da sıkmayıp, şöyle bir adaya şimdilik bizim futbol dünyamızın
sakinlerinin ütopyasına uzanalım.
İngiltere’de sezon sonu Arsenal, City, United, Chelsea ve
Liverpool’dan birinin şampiyon olması kimse için sürpriz olmazdı. Sanırım bu da
bu ligin kendisini geri kalan tüm çift kutuplu liglerden ayıran en büyük
özelliği. Bu arada, İspanya’da Atletico devrim yapıyor. Onu da bir şeyedelim.
Arsenal Mesut’un gelişiyle parlak günler geçirse de yine Mesut’un
formsuzluğu nedeniyle işin sonunu getiremedi. Ayrıca pivot santrafor eksikliği
ve görece kadro derinliğinin az olması topçuların en büyük handikapı. Kaç yıldır
aynı hikaye anlayacağınız. City’nin parası var. Ondan öte Toure’si var.
Dünyanın en yetenekli bir o kadar da fütursuz oyuncularının olduğu takımı
topluyor, düzene sokuyor, abilik yapıyor. Pellegrini’nin yapmaktan aciz kaldığı
bir çok şeyi o yapıyor. Yalnız partneri Fernandinho’yu da atlamayalım,
haksızlık olur. Kısacası, City geçen hafta kaybetmeseydi çok büyük favori
olabilirdi. Aradan çıkan bir Chelsea var. Bunun arkasında tabi ki Mourinho
adındaki futbol dehası var. Bir başka deyişle Moyes’da olmayan herşey onda var.
Chelsea “büyümesi gereken bir tay” derken, psikoloji oyunları yapıyor, “çaktırmadan”
zirveye yürüyordu. Bakın yine farkettirmeden PSG’yi elediler. Dortmund’un
yapamadığını yapıp, deplasmanda bir gol attılar. Chelsea, haddini bilerek
oynuyor, rakibini son raunda kadar oyalayıp sürekli maçın içinde kalan bir
boksör gibi rakibini en gafil anında avlıyor. Tabi en ilginç vaka United’ınki. Mouse’u
bayağı bir oynatmak gerekiyor United’ın puan tablosundaki yerini bulabilmek
için. Bunun en büyük sorumlusu Moyes elbette. Onu oraya getiren Ferguson olunca
vardır illa bir bildiği diyor insan ama peygamber de değil ki canım bu içimizdeki
İskoçyalı. Moyes ne yazık ki eşek yüküyle para ödeyip, Fellaini’yi transfer ediyor.
Çünkü ufku o kadar, Everton’dan öteye geçemiyor. En başarılı takımı sona
sakladım. Liverpool, sadık taraftarının yüzünü sonunda güldürüyor. Haketti ama
taraftar bunu onu da söyleyelim. Çok beklediler çünkü; yaklaşık bir 15 yıl. Luiz
Suarez, harikalar yaratıyor, Mignolet liverpoollular için Reina’dan sonra “çöldeki
bir vaha” gibi, Sturrige ve Sterling Suarez’i çok iyi tamamlıyor, Coutinho 40
yıllık Liverpollu gibi, Gerard yeniden doğmuş sanki ve Sakho tek başına 4 kişi
savunabilecekmiş gibi...Taraftarıyla çok iyi bütünleşmiş bir takım var
karşımızda. Benim gönlüm Merseyside ekibinden yana. Çünkü bütün hegemonyalara
karşıyım. Çift kutuplu dünyaların hegemonyasına da sermayenin hegemonyasına da...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder