23 Nisan 2014 Çarşamba

PASSOLİG MESELESİ : KAPİTALİZM ve TARAFTARLIK

     İddialı bir başlık oldu, farkındayım. Ne Passolig konusu, ne taraftarlık müessesi, ne de kapitalizm birkaç satırda tartışılacak ve aydınlatılacak bir konu. Bu konuları yazmak benim haddime de olmayabilir ama etrafta bu kadar bilgi kirliliği varken, bu kadar tartışma varken; ben de düşüncelerimi paylaşmak istedim.

            Ben hayatımda fazla sayıda maça gitmedim ama bu yüzden bu konuda konuşmamın yasaklanmasını kabul edemem. Herkesin düşünce özgürlüğü vardır, aynı şekilde herkesin başkasının fikirlerini ‘ciddiye alıp almama’ özgürlüğü de vardır.

       Benim derdim ‘’Passolig çok güzel uygulama’’ veya ‘’Passolig uygulaması da ne berbat şey’’ gibi bir yargıya ulaşmak değil, bilgi kirliliğini gidermeye çalışalım.
          
       Öncelikle şu noktada anlaşalım; Türk insanı her konuyu tek tek düşünmeye, yargılamaya meraklı. Bu ‘passolig uygulaması’ ne siyasetten, ne ekonomiden, ne de dünya düzeninden ayrı bir şekilde ciddi olarak düşünülebilir. Siyaset-ekonomi-düzen düşünmeden ‘’Passolig de neymiş be, bilet alıp kart için mi para ödeyeceğiz?’’ yargısına ulaşılır ama bu yargı son derece öznel ve basit olarak kalmaya mahkumdur.
     
       Kimsenin Passolig uygulamasına romantik gerekçelerle karşı çıkmasına gerek yok. O romantik dünya yaklaşık 50 yıl öncesinde kaldı. Bugün ne Galatasaray’ın ne de Tavşanlı Linyitspor’un yöneticisi ‘’Maçları açık kanalda yayınlatalım, biletleri de ucuza satalım; taraftarımız mağdur olmasın.’’ şeklinde fikir yürütüyor. Kulüpler sadece taraftar istemiyor. Kulüpler ‘zengin taraftar’ istiyor. Herhangi bir kulüp yöneticisi kulüp taraftarlarıyla aynı hisleri paylaşsa bile Yönetim Kurulu’nda o şekilde fikir bildiremez çünkü Dünya değişti, 1980 sonrası dünyanın ekonomik gidişatı hakkında az biraz bilgi sahibi olan birisi bunu çözer. Spor kulüpleri halkla iç içe olan kulüpler değil, halka açık şirketler durumunda. Durum buyken de bir yönetici çıkıp ‘’Maçlarımız açık kanaldan yayınlansın, biletlerde %80 indirim yapıyoruz.’’ diyemez, o tip kahramanlıklar geçmişte kaldı.

       Geçmişe dönelim biraz; önce futbol ligi dijital platforma geçti, sonra basketbol ligi… Bu yayınlar dijital yayına geçtiğinde de ne diye itiraz edildi? ‘’Taraftar maç izlemek için para mı versin? Taraftarı soymak mı istiyorsunuz?’’ vs. vs. Sonuçta ne oldu? Bu itirazları yapan vatandaşların %50’sinden fazlası yayın için dijital platformlara üye oldu. Diyeceğim o ki; Galatasaray’ın, Fenerbahçe’nin, Türkiye Futbol Federasyonu’nun veya başkalarının derdi ‘’Maçları bedava verelim de Arif oturduğu yerden bedavaya izlesin.’’ değildir, öyle bir beklenti de olamaz zaten. Burada bana ‘’İyi de dijital platformlarlar da bize zorla izlemeyeceğimiz kanalları satmasın.’’ diyebilirsiniz. Peki dijital platformlar bizi neden o kanalları satın almak zorunda bırakıyorlar? ‘‘Yayın karşılığı bedel ödemek istemeyen taraftarlar’’ var olduğu için öyle oluyor. Sanmıyorum ki kulüp taraftarlarının %100’ü yayın izlemek için bedel ödemeye razı olsa, dijital platformlar da bizden böyle yüksek bedeller istesin. Arada böyle anketler çıkar ya, x takımın 20 milyon taraftarı var, y takımın 10 milyon taraftarı var vs. O ‘milyon taraftar’ anketlerinin tek sonucu yöneticilerin  ‘’Bizim sizden daha çok taraftarımız var, nabeeeer’’ tarzında açıklamalar yapmasını, taraftarlar arasında ortamın gerilmesine neden olmak. Ekonomik olarak düşünürken kulüp yöneticilerinin o ‘milyon taraftar anketleri’ni düşündüklerini sanmıyorum.
       
           Bu sezon başında son olarak Euroleague yayınları da dijital platforma geçmişti. Bunun sonucunda ‘Euroleague maçlarını izleyemeyen’ değil ‘Euroleague maçlarını izlemek için para ödemek istemeyen taraftarlar’ kime tepki gösterdi? Kendi kulüplerine ve kendi kulüplerinin yöneticilerine değil, Euroleague yayın haklarını satın alan kuruluşa ve o kuruluşun patronuna. Kusura bakmayın da o kuruluşun başkanı       
 ‘’Ya böyle de olmaz ki şimdi Arif maç izleyemeyecek, iyisi mi biz bu maçları açık kanaldan verelim.’’ mi diyecekti? Kulüp yönetimlerinin tutumunu zaten açıklamıştık, yayıncı kuruluşların amacı da tabii ki kar etmek, bunu da maksimize etmek için fırsatları kullanacaklar, aksi beklenemez.

           ‘’Türk sporseveri yolunacak kaz mı?’’ Bu tabir biraz ağır kaçıyor, kimsenin kendisine böyle hakaret etmesi gerekmiyor, hiçbir yönetici de çıkıp ‘’Taraftarımızı yolunacak kaz olarak görüyoruz.’’ demeyecektir. Burada sorun yanlış anlaşılma. Yöneticiler hiçbir taraftara ‘’Siz kulübümüzü mü seviyorsunuz, gelin sizi yolalım.’’ demiyor; kimsenin böyle bir gayesi yok, olamaz da. Yöneticilerin istedikleri belli. Kulüp kendi kendine para kazanmıyor; şubelerin başına koçlar getiriliyor, sporcularla sözleşmeler yapılıyor, bunlar bedavaya olmuyor, tüm masrafları birkaç yönetici de karşılayacak değil. Kulüplerin açtıkları mağazalar ne kadar ilgi görüyor? Tam rakamları veremeyeceğim ama Avrupa’da kulüplerin kazandığı paralarla Türk kulüplerinin kazandıkları paralar arasında büyük fark var. Bunun nedeni de kim? ‘Kulübü çok seven ama kulüp için 1 kuruş bile harcamak istemeyen taraftarlar’ Burada kimseyi küçük görmüyorum, kimse kulübü sevdiği için para yatırmak zorunda değil ama kulüplerin mağazalarından alışveriş yapılmazsa, kulüplere bağış yapılmazsa, üstüne üstlük maça giden seyirci de taşkınlık yapar ve kulübün ‘saha kapatma cezası’ almasına neden olursa kulüpler de Passolig gibi uygulamalara giderler. Dijital yayın konusunda olduğu gibi, kulüpler de ‘’Madem 100 kişi yerine 50 kişi para verecek, biz de onlardan daha fazla para alalım.’’ derler.  

            ‘’Eee, tepki göstermeyelim mi, herşeyi kabul mu edelim?’’ diye de sorabilirsiniz. Ben tepki göstermeyin demiyorum, tepki göstermek demokratik toplumların en büyük hakkıdır. Sorun şu ki kime, neden tepki gösterdiğimizi bilelim; ona göre tepki gösterelim. Passolig’e gösterilen tepkilerde iki büyük yanlış göze çarpıyor:

            _ ‘’Kart parası alınıyor, kulübümü seviyorum maça gidiyorum diye kart parası mı vereceğim?’’  Kart parası vereceksiniz, bu sistem bedavaya kurulmuyor, kulüpler de sistemden yararlanmak istiyor. Nasıl ki dijital platformlardan yayın alırken satın almak istemediğiniz yayınları da mecburen satın alıp para veriyorsunuz, bu karta da vereceksiniz. 25 TL de öyle abartılı bir ücret değil. Muhtemelen bu ücret ilerleyen zamanlarda daha da artacak.

            _ ‘’Passolig uygulaması fişlemedir, faşizmdir.’’ Passolig çıkana kadar fişlenmediği düşünen insanlar Passolig alınca fişleneceğini sanıyorsa bravo diyorum, başka da bir şey demiyorum. Sosyal medyada yazan, ağzına gelen hakareti eden, her duygusunu paylaşan insanlar  ‘’Passolig’le fişleneceğiz.’’ diyorsa hiç ciddiye alamıyorum. Fişleme için de böyle bir uygulamaya gerek yok.

            Bir de şu var; ‘’Yurtdışından geliyorum, bir maç izleyeceğim diye kart mı alacağım?’’ Eğer maddi durumunuz sıkıntılıysa, kart için vereceğiniz 25 TL sizi zor durumda bırakacaksa almayacaksınız. Kulüp yöneticilerinin derdi ‘’Almanya’dan gelen vatandaş maça gelsin işte.’’ değil, kulüp yöneticilerinin derdi ‘’Tribün nasıl olsa dolacak, kartı da satalım, kulübün kasasına daha fazla para girsin.’’ Bu kadar basit işte.

            Başta dediğim gibi, romantizmi bırakalım. Ekonomik sisteme tepkiliyseniz bunu baştan belirtecektiniz, o tepkinin zamanı da geçti. Bir başka tepki de şu: ‘’Passolig uygulamasından rant elde edilmeye çalışıyor.’’ Tabii ki rant elde edilmeye çalışılıyor, başka ne olacaktı? ‘Rant kazanmanın’ süper bir şey olarak anlatıldığı, bir ‘marifet göstergesi’ olduğu Türkiye’de, bu kart üzerinden de tabii ki rant kazanılmak istiyor. Rant Türkçe’de ne demek? ‘’Bir mal veya paranın, belirli bir süre için emek verilmeksizin sağladığı gelir.’’ Türkiye’de de bu ‘rant elde etmek’ bir marifet göstergesi mi? Evet, öyle. O halde neden kulüp yönetimleri, Türkiye Futbol Federasyonu, Passolig’i çıkaranlar rant sağlamaya çalışmasın? Yoksa siz ‘’emek verilmeksizin gelir sağlayanlar’’ bunu yapmaz, futbol namına utanır mı sanıyorsunuz?

            Kimse utanmıyor, utananlar sadece samimi sporseverler. Samimi sporseverleri de spor yöneticileri pek umursamıyor, umursar olsalar bile ‘gelir elde etme arzusu’ ağır basıyor. ‘Kurunun yanında yaş mı yanıyor?’ Ee, bu da demokrasinin bonusu işte. Kuru yanıyorsa, yaş da yanacak; itiraz da etseniz bir işe yaramayacak, güç karar vericilerin elinde ve karar verenler de romantik değil ‘realist’…
   



            Arif ŞAHİN
            sahinarif88@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder